İdea Yayınevi / Okumalar
site haritası  
 
Alan D. Sokal
Bir Fizikçinin Kültürel İncelemeler İle Deneyleri
• SINIRLARI AŞMAK: QUANTUM YERÇEKİMİNİN DÖNÜŞTÜRÜCÜ BİR HERMENEUTİĞİNE DOĞRU
• ALAN SOKAL İLE BİR YAZIŞMA
• İNGİLİZCE METİN/ENGLISH TEXT
• ALAN SOKAL ARTICLES ON THE SOCIAL TEXT AFFAIR

Bir Fizikçinin Kültürel İncelemeler İle Deneyleri
A Physicist Experiments With Cultural Studies

Alan D. Sokal
Fizik Bölümü
New York Üniversitesi

Çeviren: Aziz Yardımlı © 1999
(Çeviri Alan Sokal’ın izni ile)

 
Olguların ve kanıtın belirleyici olduğu düşüncesinin yerini herşeyin öznel çıkarlara ve perspektiflere indirgendiği düşüncesinin alması zamanımızın karşı-entellektüalizminin—Amerikan politik kampanyalarından sonra—en önde gelen ve en zararlı belirişidir.
—Larry Laudan, Science and Relativism (1990)


Yıllardır Amerikan akademik insan bilimlerinin belli alanlarındaki entellektüel sıkılık ölçünlerinde belirgin bir düşmeden rahatsız oluyordum. Ama ben yalnızca bir fizikçiyim; eğer kendimi jouissance ve différance konusunda sağı solu karıştırır buluyorsam, bu belki de yalnızca benim kendi yetersizliğimi yansıtır. 
   Böylece, yürürlükteki entellektüel ölçünleri sınamak için, ılımlı (ama açıkça denetlenemeyecek) bir deney yapmaya karar verdim: Kültürel incelemeler üzerine önde gelen bir Amerikan dergisi—ki yayım kurulu Frederick Jameson ve Andrew Ross gibi parlak adları içerir—serbestçe saçmalıklarla süslenmiş bir makaleyi eğer (a) kulağa iyi geliyorsa ve (b) yayımcının ideolojik önyargılarını okşuyorsa yayımlar mıydı? 
Yanıt, ne yazık ki, evettir. İlgili okurlar ‘‘Transgressing the Boundaries: Toward a Transformative Hermeneutics of Quantum Gravity/Sınırları Aşmak: Quantum Yerçekiminin Dönüştürücü Bir Hermeneutiğine Doğru,’’ başlıklı makalemi Social Text 1996 İlbahar/Yaz sayısında bulabilirler. Derginin ‘‘Bilim Savaşları’’na ayrılmış özel bir sayısında çıktı. 
   Burada neler oluyor? Yayımcılar makalemin bir parodi olarak yazıldığını gerçekten anlayamadılar mı? 
   İlk paragrafta ‘‘uzun Aydınlanma-sonrası hegemonyanın Batı entellektüel bakış açısı üzerine dayattığı inak’’ ile alay ettim: 

Dışsal bir dünya vardır ki, özellikleri herhangi bir bireysel insandan, aslında bir bütün olarak insanlıktan bağımsızdır; bu özellikler ‘‘bengi’’ fiziksel yasalarda kodlanmıştır; ve insanlar (sözde) bilimsel yöntem tarafından belirlenen ‘‘nesnel’’ işlemlere ve bilgikuramsal ilkelere uygun olarak bu yasaların güvenilir, ama ne yazık ki eksik ve geçici bilgisini elde edebilirler.
Hiçbir dışsal dünyanın varolmadığı şimdi Kültürel İncelemelerde bir inak mı olmuştur? Ya da dışsal bir dünyanın varolduğu ama bilimin onun hiçbir bilgisini elde edemediği? 
   İkinci paragrafta, en küçük bir kanıt ya da uslamlama olmaksızın, ‘‘fiziksel ‘olgusallığın’ [korkutma tırnaklarına dikkat edin] temelde toplumsal ve dilbilimsel bir yapı’’ olduğunu bildirdim. Dikkat edin, fiziksel olgusallığa ilişkin kuramlarımız değil, ama olgusallığın kendisi. Pekala: fizik yasalarının yalnızca toplumsal uylaşımlar olduğuna inananlar o uylaşımları apartmanımın penceresinden çiğnemeye davetlidirler. (yirmibirinci katta oturuyorum.) 

Makale boyunca, bilimsel ve matematiksel kavramları çok az bilimcinin ya da matematikçinin ciddiye almasının olanaklı olabileceği yollarda kullandım. Örneğin, ‘‘morphogenetic field/biçim-gelişimli alan’’ın—Rupert Sheldrake’in ortaya attığı saçma bir Yeni Çağ/New Age düşüncesi—quantum yerçekimi kuramının bir öncü çizgisini oluşturduğunu ileri sürdüm. Bu bağıntı salt bir uydurmadır; giderek Sheldrake’in kendisi bile böyle birşeyi ileri sürmez. Lacan’ın ruhçözümsel kurgularının quantum alan kuramındaki son çalışmalar tarafından doğrulandığını ileri sürdüm. Bilimci olmayan okurlar bile quantum alan kuramının ruhçözümleme ile tanrı aşkına ne gibi bir ilgisinin olduğunu merak edebilirler; hiç kuşkusuz makalem böyle bir halkayı destekleyecek hiçbir sağlam uslamlama vermez. 
   Makalede daha sonra matematiksel küme kuramında eşitlik belitinin feminist politikadaki homonim [eşsesli, değişik anlamlı] kavrama her nasılsa andırımlı olduğunu ileri sürdüm. Gerçekte eşitlik belitinin ileri sürdüğünün tümü iki kümenin ancak ve ancak aynı öğeleri taşıyorlarsa özdeş olduklarıdır. Matematik eğitimi almamış okurlar bile eşitlik belitinin küme kuramının ‘‘ondokuzuncu yüzyıl liberal kökenlerini’’ yansıttığı savından kuşku duyabilirlerdi. 
   Özet olarak, makaleyi bile bile herhangi bir yetkin fizikçinin ya da matematikçinin (ya da üniversite fizik öğrencisinin ya da matematik öğrencisinin) onun bir muziplik olduğunu anlayacağı bir yolda yazdım. Açıktır ki Social Text yayımcıları quantum fiziği üzerine bir makaleyi konuda bilgili herhangi birine danışma sıkıntısına girmeden yayımlamayı yeterli gördüler. 
    Bununla birlikte, makalemin temel saçmalığı sayısız yanlışlıklarında değil, ama özeksel savının ve onu desteklemek için getirilen ‘‘uslamlama’’nın kuşkuluğunda yatar. Temel olarak, quantum yerçekiminin—bir santimetrenin milyarda birinin milyarda birinin milyarda birinin milyarda biri ölçeğinde henüz-kurgul uzay ve zaman kuramı—derin politik (ve hiç kuşkusuz ‘‘ilerici’’) imlemleri olduğun ileri sürdüm. Bu olasılık dışı önermeyi desteklemek için, şöyle ilerledim: İlk olarak, Heisenberg ve Bohr’un kimi tartışmalı felsefi bildirimlerini alıntıladım, ve quantum fiziğinin postmodernist bilgikuramı ile derinden tutarlı olduğunu ileri sürdüm (yine bir uslamlama ile desteklenmeksizin). Sonra ‘‘doğrusal-olmama,’’ ‘‘akı’’ ve ‘‘karşılıklı bağımlılık’’ üzerine bulanık diluzluğu ile biraraya tutturulan bir tablo çizdim—Derrida ve genel görelilik, Lacan ve topoloji, Irigaray ve quantum yerçekimi. Son olarak, ‘‘postmodern bilimin’’ nesnel olgusallık kavramını ortadan kaldırdığı önesürümüne sıçradım (yine destekleyici hiçbir uslamlama getirmeksizin). Tüm bunlarda hiçbir yerde mantıksal bir düşünce dizisini andıran herhangi birşey yoktur; yalnızca yetke üzerine alıntılar, sözcükler üzerine oyunlar, zorlanmış andırımlar ve çıplak önesürümler vardır. 
    Vargı pasajlarında, makalem özellikle berbatlaşır. Bilim üzerinde bir kısıtlama olarak olgusallığı kaldırdıktan sonra, bilimin, ‘‘kurtarıcı’’ olabilmek için, politik stratejilere altgüdümlü olması gerektiğini ileri sürdüm (bir kez daha destekleyici hiçbir uslamlama olmaksızın). Makaleyi ‘‘kurtarıcı bir bilimin matematiğin yasalarının derin bir yeniden gözden geçirilmesi olmaksızın tam olamayacağını’’ belirterek bitirdim. Bir ‘‘kurtarıcı matematiğin’’ ipuçlarını, diye sürdürdüm, ‘‘bulanık/fuzzy dizge kuramının çok-boyutlu ve doğrusal-olmayan mantığında’’ görebiliriz; ‘‘ama bu yaklaşım henüz ağır bir biçimde geç-anamalcı üretim ilişkilerinin bunalımındaki kökenlerinin damgasını taşır.’’ Ve, şunları ekledim: ‘‘katastrof kuramı, pürüzsüzlük/süreksizlik ve başkalaşım/açınım üzerine eytişimsel vurguları ile, geleceğin matematiğinde tartışma götürmeyecek bir yolda büyük bir rol oynayacaktır; ama bu yaklaşımın ilerici politik praxisin somut bir aleti olabilmesi için henüz yapılması gereken çok fazla kuramsal çalışma vardır.’’ Social Text yayımcılarının makalemin uygulayımsal yanlarını eleştirel olarak değerlendirememeleri anlaşılacak birşeydir (ve bir bilimciye danışmış olmaları gerekmesinin nedeni de tam budur). Daha da şaşırtıcı olan şey bilimde gerçeklik arayışının politik bir gündeme altgüdümlü kılınması gerektiği yolundaki yaklaşımımı nasıl kolayca kabul edebildikleri ve makalenin mantığın bütününde bozuk olduğunu nasıl gözden kaçırdıklarıdır. 

Bunu niçin yaptım?
Yöntemim alaycı iken, güdüm bütünüyle ciddidir. Beni kaygılandıran şey yalnızca kendinde saçma ve savruk düşünmenin değil, ama saçma ve savruk düşünmenin tikel bir türünün çoğalışıdır: nesnel olgusallıkların varoluşunu yadsıyan, ya da (karşı çıkıldığında) varoluşlarını kabul eden ama kılgısal önemlerini küçülten bir düşünmedir. En iyi yanında, Social Text gibi bir dergi hiçbir bilimcinin gözardı etmemesi gereken önemli soruları getirir—örneğin şirket ve hükümet desteğinin bilimsel çalışmayı nasıl etkilediği konusundaki sorular gibi. Ne yazık ki, bilgikuramsal görecilik bu sorunların tartışmasını ilerletmek için çok az şey yapar. 
   Kısaca, öznelci düşünmenin yayılması üzerine kaygım hem entellektüel hem de politiktir. Entellektüel olarak, böyle öğretilerin sorunu yanlış olmalarıdır (eğer bütünüyle anlamsız değillerse). Bir olgusal dünya vardır; özellikleri yalnızca toplumsal yapılaştırmalar değildir; olgular ve kanıt önemlidir. Hangi dengeli insan tersini ileri sürecektir? Ve gene de, çağdaş akademik kuramcılığın çoğu tam olarak bu açık gerçeklikleri bulandırma girişimlerinden oluşur, ve bu kuramcılığın eksiksiz saçmalığı bulanık ve gösterişçi dil tarafından gizlenir. 
   Social Text’in makalemi kabul etmesi mantıksal vargılarına dek götürülen Kuramın—hiç kuşkusuz postmodernist yazınsal Kuramın—entellektüel küstahlığını örneklendirir. Bir fizikçiye danışma sıkıntısına girmemelerine hayret etmemek gerekir. Eğer herşey söylem ve ‘‘metin’’ ise, o zaman olgusal dünyanın bilgisi gereksizdir; giderek fizik bile yalnızca Kültürel İncelemelerin bir başka dalı olur. Dahası, eğer herşey diluzluğu ve ‘‘dil oyunları’’ ise, o zaman iç mantıksal tutarlılık da gereksizdir: bir kuramsal incelik yüzeyi eşit ölçüde iyi hizmet eder. Kavranamazlık bir erdem olur; anıştırmalar, eğretilemeler ve sözcük oyunları kanıt ve mantığın yerine geçer. Benim kendi makalem, eğer bir önemi varsa, bu iyi gelişmiş yazın türünün aşırı ölçüde ılımlı bir örneğidir. 
  Politik olarak, bu aptallığın çoğu (ama tümü değil) kendilerinin Solcu olduklarını ileri sürenlerden yayıldığı için kızgınım. Burada derin bir tarihsel volte-facee, bir tersine dönüşe tanık oluyoruz. Son iki yüzyıl boyunca Sol genellikle bulanıkçılığa karşıt olarak bilim ile özdeşleştirilmiştir; ussal düşüncenin ve onun yoluyla nesnel olgusallığın (hem doğal hem de toplumsal) korkusuz çözümlemesinin güçlüler tarafından yaygınlaştırılan gizemselleştirmelera karşı verilen kavgada etkili araçlar olduğuna inandık (ve kendi başlarına istenebilir insan erekleri olmalarının sözünü etmek bile gereksizdir). Yakınlarda birçok ‘‘ilerici’’ ya da ‘‘solcu’’ akademik insan bilimcilerin ve toplumsal bilimcilerin bilgisel görecilik biçimlerinden birine ya da ötekine doğru dönmeleri bu değerli kalıta ihanet eder ve ilerici toplumsal eleştirinin daha şimdiden zayıflamış beklentilerinin temelini zayıflatır. ‘‘Olgusallığın toplumsal yapılaştırması’’ üzerine kuramcılık bize AIDS için etkili bir sağaltım bulmada ya da küresel ısınmayı önlemek için stratejiler yaratmada yararlı olmayacaktır. Ne de, eğer gerçeklik ve yanlışlık kavramlarını reddedersek, tarih, toplumbilim, ekonomi ve politik bilimdeki yanlış düşüncelerle savaşabiliriz. 
   Yaptığım küçük deneyin sonuçları, en azından, Amerikan akademik Solunun kimi moda kesimlerinin entellektüel olarak tembelleşmekte olduklarını tanıtlar. Social Text’in yayımcıları makalemi beğendiler çünkü vargısını beğendiler: ‘‘postmodern bilimin içerik ve yöntembilimi ilerici politik tasar için güçlü entellektüel destek sağlar.’’ Kanıtın niteliğini, uslamlamaların tutarlığını, ya da giderek uslamlamaların ileri sürülen vargı ile ilgisini bile çözümlemek için hiçbir gereksinim duymamış gibi görünürler. 
   Hiç kuşkusuz, yaptığım ortodoksluktan oldukça uzak deneyle ilgili törel sorunları gözden kaçırmıyorum. Meslek toplulukları büyük ölçüde güven üzerine işlev görürler; aldatmaca o güveni zayıflatır. Ama ne yaptığımı tam olarak anlamak önemlidir. Makalem bütünüyle kamuya açık kaynaklar üzerine dayanır ve bunların tümü de dipnotlarda tek tek belirtilmiştir. Alıntılanan tüm çalışmalar gerçektir, ve tüm alıntılar tam olarak doğrudur; hiç biri uydurulmuş değildir. Şimdi yazarın kendi uslamlamasına inanmadığı açıktır. Ama bunun ne önemi var? Yayımcıların araştırmacılar olarak ödevleri kökenlerine bakmaksızın düşüncelerin geçerlik ve önemleri üzerine yargıda bulunmaktır. (Bu yüzdendir ki birçok akademik dergi kör değerlendirme uygulamasını kullanır.) Social Text yayımcıları uslamlamalarımı inandırıcı buldularsa, niçin yalnızca benim onları öyle bulmamamdan rahatsız olsunlar? Yoksa ‘‘uygulayım-bilimin/technoscience kültürel yetkesi’’ denilen şeye kabul etmeyi isteyeceklerinden daha mı çok saygıları vardır? 
   Sonunda, parodiye yalın bir pragmatik nedenle başvurdum. Eleştirimin hedefleri şimdilerde tipik olarak dışardan gelen uslamlamalı eleştiriyi gözardı eden (ya da küçümseyen) kendi içinde yeterli akademik bir alt-kültür durumuna gelmiştir. Böyle bir durumda, alt-kültürün entellektüel ölçünlerinin daha doğrudan bir tanıtlaması gerekirdi. Ama imparatorun üzerinde hiçbir giysinin olmadığı nasıl gösterilebilir? Alaycı yergi büyük bir ayrımla en iyi silahtır; ve geçiştirilemeyecek vuruş kendine yapılan bir vuruştur. Social Text yayımcılarına entellektüel sıkılıklarını tanıtlamak için bir fırsat sundum. Sınavı geçtiler mi? Geçtiklerini sanmıyorum. 
   Bunu neşe içinde değil ama üzüntü içinde söylüyorum. Herşey bir yana, ben de bir solcuyum (Sandinista hükümeti altına Nikaragua Ulusal Üniversitesinde matematik öğrettim). Hemen hemen tüm kılgısal politik sorunlarda—aralarında bilim ve uygulayımbilimi ilgilendiren pekçoğu da olmak üzere—Social Text yayımcıları ile aynı yandayım. Ama ben kanıt ve mantığa karşın değil ama kanıt ve mantık nedeniyle bir solcuyum (ve feministim). Niçin sağ kanadın entellektüel yüksek zemini tekeline almasına izin verilsin? 
   Ve niçin kendine düşkünlük içindeki saçmalık—ileri sürülen politik yönelimi ne olursa olsun—akademik başarımın doruğu olarak alkışlansın? 

Alan Sokal New York Üniversitesinde Fizik Profesörüdür. Roberto Fernández ve Jürg Fröhlich ile birlikte Random Walks, Critical Phenomena, and Triviality in Quantum Field Theory’nin (Springer, 1992), ve Jean Bricmont ile birlikte Les impostures scientifiques des philosophes (post-)modernes’in yazarıdır.

İdea Yayınevi / 2014